31 Mayıs 2015 Pazar

29 Mayıs 2015 Cuma

Ne yapmak istiyorum?

Bu histen kurtulmak mı istiyorum?
Bu histen kurtulunca ne olacak?

I've discovered a man like not other man.

Festival

I've discovered a man like no other man years ago.
It is time to let him go.
Ben bunu daha önce de yaptım. Senin için.
Ama bu sefer daha farklı yapacağım.
Üzerini kapatmayacağım,
Seni bir yerlere saklamayacağım.
Seni bastırmayacağım, göz ardı etmeyeceğim.
Seni alıp çıkartacağım.
İşlediğin yerlerden bir bir çıkartacağım.

Senin yüzünden hissettiğim bu şeylerin hepsini alıp bir kavanoza koymak istiyorum.
Biraz inceleyip sonra da bir rafta saklamak istiyorum.
Arada sırada bakmak ama kapağını hiç açmamak.
Henüz atamam o kavanozu, belki de onca sene içimde olan şeyleri atmaya da kıyamam.
Kavanoza koyup hepsini incelemek istiyorum. Etrafında dönüp,bende nasıl bu kadar karmaşık şeyleri uyandırabildiğini (canlandırabildiğini) anlamak istiyorum.
Eminim, o hislerin renkleri mor, biraz beyaz, biraz altın sarısı, biraz da gece mavisi.

Çocuk git artık.
Git artık benden.
Olma artık.

Oruç Aruoba'ya sığınıyorum yine ve yine ve yine.
Her zaman olduğu gibi.
O kadar iyi ki, ne eksik ne fazla.
'Hani' kitabını hatırlamak istemiyorum, orası umut dolu. Bense artık umut etmeyi kesiyorum ne kadar zor bir adım olsa da. Ne kadar iradeli olmam gerekse de ve hissedeceğim şeyler bir bilinmezlik olsa da. Onların renkleri gri.
Gireceğim duyguların rengi gri ise neden bu renk karmaşasını terk etmek istiyorum?
Her neyse.

"Yaşamında, şunları da yaşayabileceksin:-
1) Birisini, ona söyleyecek birşey bulamadığın için, aramak...
2) Birisini, onu artık göremeyeceğini söylemek için, beklemek...
3) Birisini, onu görememeye dayanamadığın için, terketmek...

Neler yaşamayacaksın ki!..."
Oruç Aruoba, de ki işte, Metis Yayınları, sayfa 64


Seni, seni görememeye dayanamadığım için terk edeceğim.
Seni, sana söyleyecek çok fazla şeyim olduğu için terk edeceğim.
Seni, artık gözlerimi kamaştırdığın için terk edeceğim.

28 Mayıs 2015 Perşembe

Seni aldım karşıma yine konuştum.
Gerçeğin hiçbir şey bilmiyor, hayalin ise gerçeğinden korktuğumda sığındığım en büyük dert ortağım oldu. Hayalin beni dinledi ve sustu.
İkisi de sensin. Biriniz karşıma geçip "Limon ağacından" bahsediyor, diğeri ise beni biliyor.

Hani seni görünce dünyam aydınlanıyor diyorum ya hep, artık seni görünce gözlerim kamaşıyor.
Bakamıyorum, göremiyorum, seçemiyorum.
En kötüsü hissedemiyorum.
Seni alıp o sunturlu yerlere götürmek isterdim, sayısız pencereni bir bir kapamak isterdim. Bana gelesin diye bir bir...
Ama ben kımıldayamıyorum.

Sen karşımdayken, seninleyken iki cümleyi bir araya getiremiyorum.
Kendim olmuyorum artık, dünyanın en mutlu insanı olmuyorum.
Artık her yer o kadar seninle dolu ki bana nefes alacak bir yer kalmadı. Bana kıpırdayacak alan kalmadı, o kadar seninle doldum ki.
Her yerdesin, her düşüncemde nefes alıyorsun.
Bunu da kendi kendime yaptım.
Seni aldım ve büyüttüm, çoğalttım.
Benim için bir ağırlık oldun artık.
Seninleyken konuşamıyorum, ağırlıklar o kadar fazla ki onları taşımaya çabalarken seninle kendim olamıyorum.

Sana her şeyi söyleyip artık seni bırakmak istiyorum.
Artık senin için umut etmek istemiyorum.
Düşüncelerimde nefes alan seni boğmak istiyorum artık.
Yolun sonu geliyor Limon, Güneş, Balık.

Galiba senden bana gelenler olmadığında, daha doğrusu senden bana geleceklerin gelme ihtimali olmadığında, ben daha iyiyim.

Zorunluluk olan bu muydu?
Hiç doğmayacakmışsın demek.
Hiç bitmiyorsun evet, belki de hiçbir zaman bitmeyeceksin, şu anda gözüme hiç bitmeyecekmişsin gibi geliyor ama artık kendimi hırpalamayı bırakmam gerek..

Senin için azar azar umut etmeyi kesiyorum. Bunca sene senin için umut ettim, artık etmeyeceğim.
Artık içimdeki senleri birer birer kapatmam gerekiyor, benden gidesin diye birer birer.

Bunaltı

Şu anda o kadar büyük bir boşluktayım ki.
Düşünemiyorum, hissedemiyorum, algılayamıyorum.
İki lafı bir araya getiremiyorum onunlayken.
Ne hissettiğimi de bilmiyorum.
Ona karşı ne hissediyorum?
Ne hissediyorum?
Bu kadar yoğun hissederken birden bire neden bu kadar uzak hissediyorum şimdi?
Neden?
Hayır, çünkü öyle hissetmek istiyorsun deme.
Deme çünkü öyle değil.
Ama sanırım yine kendi kazdığım kuyuya düştüm.
Sana o kadar büyük cümleler kurdum ki, seni o kadar büyük duygu balonlarının içine soktum ki
Senin gerçekliğin geldi ve tüm bilmezliğiyle o kocaman duygu balonlarımı patlattı.
Seninleyken neden iyi hissetmiyorum artık?
Neden seninleyken kendimden şüphe ediyorum?
Neden seninleyken senden şüphe ediyorum?
Sorularım birikiyor, düşünmedikçe beni tıkıyorlar.
Sana karşı hissettiğim tek şey kızgınlık şu anda.
Ben burada, karşında kıvranırken, sen bana neler anlatıyorsun.
Bana gözle görülür bir tepki ver diye, sana saçma sapan şeyler söyledim bugün.
Bir şeyler olmuyor.
Bir şeyler tutmuyor.
Ne yapmam gerekiyor?
Hazır yaz geldiğine göre, kendime zulmetmeye başlayabilirim.
Kendi kendime kaldığım çok vakit var nasılsa.

Ben ne yapıyorum?

27 Mayıs 2015 Çarşamba

"Ama bil ki seninle çok çok çok  şey yaşayacağız ve gideceğimiz o kadar çok konser olacak ki Whitesnake'in pişmanlığını bile hissetmeyeceğim."
25 Aralık 2011

2012'de mezun oluyordu onlar, bu yazıyı yazdığım zamanlarda da yıllık yazılarını yazıp birbirlerine veriyorlardı. Hiçbir zaman veremeyeceğimi bildiğim halde yukarıdaki cümleyle bitirdiğim bir yıllık yazısı yazmışım ona. Her çarşamba günü serbest kıyafet günüydü ve ben hep grup t-shirtlerimi giyip giderdim. Yazıda, okulda onun varlığının beni mutlu ettiğini ve o t-shirtleri giyince yalnız hissetmediğimi söylemişim. Bir çarşamba günü ikimiz de Iron Maiden t-shirtlerimizi giymiştik, bu anlamlı tesadüfü hala unutmuyorum. Yazın, o ilk başlarda konuşmaya başladığımız zamanlar 10 Temmuz 2011'deki Judas Priest & Whitesnake konserine çağırmıştı beni, en önden gidiyorlardı. Bense gidememiştim. O kadar içimde kalmıştı ki o konser, gitseydim bazı şeylerin daha farklı gelişeceğine inanmıştım. Bunun için hep üzülmüştüm ama daha o zamanlar içten içe biliyormuşum onunla gidecek çok konserimiz olduğunu. İlk konserimiz 19 Haziran 2012 Megadeth konseriydi, sahnenin sağ tarafına doğru en en en öndeydik, unutamadığım bir konserdir. Sonra 3 Ağustos 2014'te Amon Amarth'a, 4 Ağustos 2014'te yeniden Megadeth'e gittik. 2 yıl sonra ilk defa 3 ağustos günü gördüm onu, geçen zaman boyunca hiç konuşmamıştık. Sonra 22 Mart 2015'te Opeth'e, 3 Nisan'da Dorock'ta bir bar konserine ve 10 Mayıs 2015'te ParkFest'e gittik. Festivalde biralarımızı neye içtiğimizi sorduğumda, bana onun konser partneri olduğumu söyledi. Bu söylediği söz benim için o kadar anlamlıydı ki duyduğumda afalladım. Sadece gülümsedim, tepki veremedim. Hissettiğim şeylere verecek tepki yoktu, hissettiğim şeyleri açıklamak içinse daha zamanı değildi.
Bunların olacağını çok uzun zaman önceden beri biliyormuşum, O günlerin üzerine o kadar fazla şey yaşayıp paylaştık ki. Şu anda Whitesnake'in pişmanlığını zerre hissetmiyorum. Whitesnake'i izleyememiş olmanın üzüntüsü hala var tabii ki ama onunla izleyememiş olmanın pişmanlığı kayboldu. Çünkü o kadar çok konsere gittik ki biz onunla ve hala gideceğimiz o kadar çok konser var ki.
"Müziğimize sahip çık, gitarı asla asla asla bırakma."
Çıkıyor da bırakmıyor da!

26 Mayıs 2015 Salı

Uykusuzluğa dayanabilsem şu fotoğrafa gözlerimi ayırmadan sonsuza kadar bakacağım.
Daha nicelerine.
Nice ve nicelerine.
Artık biliyorsunuz, onun için her zaman umut ettim, hala ediyorum ve ben onda o bende olana dek de umut edeceğim.
Bu adam içimde hiç bitmiyor. Yerli yerinde, yıllardır. Giderek çoğalıyor da.
Hep iyi olsun o, o arkasındaki ağırlığı hissetmesin hiçbir zaman. O afacan yanı hep kalsın orada. Her neredeyse olursa hep ışık saçsın etrafına.
Onu nasıl böyle duru sevebiliyorum anlayamıyorum. Bir insanı her şeyiyle kabul edebilme düşüncesine ve bunu içimden geldiği için uygulayabilişime hayret ediyorum ve hayranlık duyuyorum.

4 sene önce de aynısını demişim, hala da içimdeki o aynı, yerli yerinde duran coşkuyla söyleyebiliyorum, daha yaşayacak çok fazla şeyimiz var. Nice festivaller, konserler, sohbetler,yeşil çaylar. Nice anılar.
Daha yaşayacak çok şeyimiz var.
Güneş.
Ah you do not know how he resembles Jackson!
My little Jax, I know you are coming back to me.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Bir insan yemek yemeden ve uyumadan nasıl yaşamını sürdürebilir?
Sürdürebilir mi?
Self-torture nereye kadar mümkün?
Layne
Jeff
Dünyanın onlara layık olamadığı insanlar

Wake up, poisoned river wild

23 Mayıs 2015 Cumartesi

SHIT I AM FREAKING OUT!
                 OKAY
Step by step, I can do this!
I have right amount of time and I will deliver this fucking research paper on time.
It's better I focus on to necessary sources and stay calm.
I know, I will say "Woah, I succeeded to write a huge research paper!"
I am calm and confident.

22 Mayıs 2015 Cuma

Karşıma geç ve otur, 
Anlatacağım çok fazla şey var.
Sen yokken neler olduğunu anlatmam gerekiyor sana.
Sen yokken (aslında varken) neler yaşadağımı, hayatımda neler olduğunu, hayatıma kimlerin girdiğini bilmen gerek.
Seninle derinlerimi konuşmak istiyorum, aynı şekilde bana derinlerini anlat istiyorum.
Herkesle oturup konuşamayacağın şeyleri paylaşmanı.
Seni anlayabileceğimi umuyorum.


Şu anda yaptığım şeyleri isteyerek mi yapıyorum yoksa başka şeylerin etkisi altında mıyım? 
Kendim hakkında mutlu olduğumda gerçekten mutlu olunacak şeyler mi var oluyor yoksa bunların hepsi küçücük bir kutu olduğum için mi? 
Her yaptığım muhabbette kendimden mi bahsediyorum? -Bunu neden sorguladığımı bilmiyorum-
Onunla beraber vakit geçirmak bana eskiden içinde olduğum o zifiri psikolojiyi mi çağrıştırıyor?
Ben neden bunları düşünüyorum? Evet düşünmek istediğimden ama hayır düşünmek de istemiyorum.
Bir onaylanma mı bekliyorum? 

Onaylanma bekliyorsam eğer bunca zaman benimle vakit geçirmek istemesinin bana iyi geliyor olması gerekmez mi?

Her neyse. 
Panikli duygular içindeyim.

21 Mayıs 2015 Perşembe

Asıl ben o kadar çok bilmiyormuşum ki.
Merak etmediğinden değilmiş sormamaları.
Benimle konuşmaya vakit ayırması bile güzel bir şeymiş dün.

Hemen kesin yargılara varabiliyorum, hemen kesin duyguların içine girebiliyorum.
Bunu nasıl yapabiliyorum? Neden yaptığımı biliyorum ama nasıl yapabiliyorum, hayret ediyorum içinde bulunduğum mekanizmaya.

Bundan bir 4 saat kadar önce onunlaydım.
O yanımdayken hissediyorum, hissettiğimi hissediyorum.
O kadar masum şeyler istiyorum ki aslında, büyük şeyler de değiller üstelik.
Küçücük minicik ama benim dünyamı doldurabilecek güçte olan şeyler.
Onunla devamlı konuşmak istiyorum.
Ama nedense onunla konuşurken diken üstünde gibi de hissediyorum. O kadar kırılgan bir şey gibi ki, sanki ona dediğim en küçük bir söz bile onu benden çok uzaklara götürecekmiş gibi.
Korktuğumdan oluyor bütün bunlar biliyorum.
Her neyse.
Onu seviyorum. 
Cümlelerim neden mühürlü?

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Döngü

Garip bir gece.
Olmayan senaryoların tek bir gerçeklik üzerine kurulduğu gece.
Hayır, evdeymiş.
Dökülenlere değil de bana çevirse ya.
Ne hayaller ne hayaller kuruldu oysa.
Kahramanlardan biri kuliste içiyor.
Diğeri de perdelerin arkasında durup saklandığını sanıyor. Perdelere bakıp neler görüyor, kimse bilmiyor. Diğeri sormuyor. O da kapalı. İkisinin birarada olması gerektiğinin kanıtlarından biri de bu, kapalı.
Ve bir diğeri, zararlı. Zararları hep kendilerine, bunu biliyorlar da. İstiyorlar da.
Karanlık suratları. Aydınlanması için sahneye çıkmaları lazım.
Sahneye çıkmaları için aydınlanmarı lazım.
Ne zaman ki bir şey olacak, kendilerini gömdükleri yerler ne zaman açılacak, o zaman oyun başlayacak.
Seyircisiz.
Bu oyun kendilerine oynadıkları bir oyun.
Oynayanın da izleyenin de aynı olduğu.
Sahne de uçsuz bucaksız üstelik. Biliyoar mı o sahne nelerle donatılabilir.
Birinin yüzü diğerine dönemiyor, görülmediğini sandığından dönmüyor. Dönse bile diğeri kendini teslim alandan bazen kurtulup fark ediyor bazen de umursamıyor. Teslim olan daha cok gömülüyor, o gömüldükçe diğeri de perdelere saklanıyor. Sığınıyor.
Neden gömüldüğü yerden çıkmıyor, çıkamıyor. Oyun zamanı geldi mi gelmedi mi kimse bilmiyor. Sadece perdelere bakan zamanı gelmiş olsaydı başlamış olacağını biliyor.
Diğerinin ise gelecek olan zamandan bile haberi yok.
Ne zaman açılırsa, ne zaman perdeler açılırsa.
Ne zaman?
Dengesizliğin geliyor bana karışıyor, beni de alt üst ediyor.
O kadar açığım ki ben de karışmaya. (Hem sana hem de darmadağın olmaya)
Şu grilikte zaten her şey puslu.
Bir soru soruyorsun ve mutlu oluyorum.
Ama sonra cevabını dinlemiyorsun.
Ne hissetsem olur şimdi?
Ne olur şimdi?
Şimdi.

7

Seni boşverdiğimde geliyorsun sen bana hep.
Ters çevirdiğimde, sana bakmadığımda, seni düşünmediğimde, umut etmeyi kestiğimde -kestiğimi sandığımda-
Neden bu böyle?
Bana ne okuduğumu sorabilirdin.
Ama sormadın.
Merak etmedin.
Belki de sarhoş olduğun için.
"Yoldaysak eğer ne güzel" dedim sana, dediğim şeylerin arkadasındaki anlamları anlayacak gibi değilsin çocuk.
Seni anlayamadıklarınla beraber seviyorum ama sen beni anlamadıkça beni sevmeyeceksin.
Merak etmedikçe bilmeyeceksin.
Bu ne kadar acı, bilmiyorsun. Merak etmediğinden.
Birçok şey sorabilirdim ben de sana. Hislerimle hiç alakası olmayan, öyle havadan sudan şeylerden.
Merak etmediğimden mi sormuyorum sanıyorsun? Senin hakkındaki en ufak detayları bile merak ediyorum.
Belki de şu yoğunluk aramıza giriyordur.
Azalttığımda bulanıklığı kayboluyordur.
Sarhoşken konuşman lazım değil miydi aslında?
Uyuyor olmam gerekirken, senden bir şeyler gelir diye bekliyorum. Yapmamam gerekirken. Bile bile hem de.
Sense bunun inadına saatleri ekliyorsun uykusuzluğuma.
Bak işte yine, bilmeden.
Sen hayatımın neresindesin?
En ortasındasın, her yerdesin.
Ama neredesin? Neredesin?
Belki de merak etmediğinden yanıtlayamıyorum bu soruları, sorularımı.
Benim de merak etmemem gerekiyor, biliyoruz artık.
Bilmiyorsun ki, bunu engelleyemiyorum.
Çünkü merak etmiyorsun.

19 Mayıs 2015 Salı

Ben sana neler yazıyorum burada,
Sen bana gelmiş salyangozlu bir şeyler diyorsun.
Olacak iş mi bu?
Şu anda patlamalar bile gerçekleşmiyor.
Patlamıyorlar bile ki bu en kötüsü sanırım.
Ne yapacağım?
"You are not your job."

18 Mayıs 2015 Pazartesi

Mesela senin kitap okumayı sevip sevmediğini bilmiyorum.
Ama sanırım sevmiyorsun.
Seni o yıllarda sadece bir kere kitap okurken gördüm, zaten o kitabı da okumak zorunda olduğun için okuyordun.
Sizden sonraki sene bize de okutmuşlardı çünkü.
Nedense o sıranın altından kitap okuduğun görüntüyü hiç unutmuyorum.
Zihnimde senin bir fotoğrafını çekmişim.
Ve hiç unutmamışım, unutmuyorum da.
Diğerlerine yazdığım bütün yazıları silip sadece sana yazdıklarımı bırakmak istiyorum.
Senin yansımalarını arayıp da bulamadığım ve yanılsamalı üzüntülerimi akıttığım yazılarım.
Umuyorum.
Umuyorum.

17 Mayıs 2015 Pazar

Sevmeye çalıştığım herkeste seni aramışım.
Ve bulamamışım.
Biliyorum, bu cümlelerimin de bir garantisi yok.
Seni de bu kadar büyük cümleler kuracak kadar tanımıyorum ne yazık ki.
Ama seni eskisinden daha fazla tanıyorum, eski sen bana nasıl hissettirdiyse şimdiki sen bana yine öyle ve hatta daha köklü hissettiriyor. Bir şeylerden daha emin ve daha umutlu.
Şimdi diğerlerine karşı hissettiğim şeyler o kadar silik ve komik geliyor ki.
Hepsine bakıyorum ve hepsinde seni tanıdığım kadarını aradığımı görüyorum.
Herkeste senden bir parça bulmak istediğimi görüyorum.
Onlarda senden bir şeyler bulmaya zorlamışım kendimi,  bulamasam bile bulamadığımı göz ardı etmişim ve kendimi zorla bulduğuma inandırmışım.
Ne acı.
Sana bile benzemiyordu aslında sevdiklerim.
Seni onca sene içimde tutup ve sonra bastırdıktan sonra şimdi duygularıma izin veriyorum.
İzin veriyorum ki gökyüzünü kaplasınlar.

Sevmeye çalıştığım herkeste seni aramışım.
Ben.
Seni arayıp da bulamayınca en azından senden bir parça aramışım.
Bulamamışım.
Sana bile benzemiyordu aslında sevdiklerim.
Sevdiğimi sandıklarım.
Sevmediklerim.
Sevmeye kendimi zorladıklarım.
Ben hep onların göllerinde senin okyanuslarını görmeyi istemişim,
Hayalini kurmuşum.
Şimdi sen canlanalı,seni bastırmayı bırakalı kısa bir zaman oldu.
Sana karşı hissettiğim o kadar farklı ve o kadar köklü ki,
Kısa olan zamanın hiçbir önemi yok.
Sen hep vardın.
Sen hep varmışsın.
Senin ismini hatırlamak diye bir şey yok.
Senin ismini hiç unutmuyorum ki.
Hiç bitmiyormuşsun,
Hiç bitmedin, hiç bitmeyeceksin de.

Senin en ufak anlarını bilmek istiyorum.
Kızgın halini, yemek yapışını, yorgun halini, uykudan yeni uyanmış suratını, esnemeni, üzgün halini, stresli halini, başarılı olduktan sonra mutluluğunu nasıl yaşadığını, herhangi birine yardım edişini, utanışını, haksız olduğunda nasıl tepki verdiğini, tadını beğenmediğin bir şeyi yediğindeki surat ifadeni, heyecanlı halini, korktuğun zaman verdiğin tepkileri...

Titreşimler o kadar fazla ki yerimde duramıyorum.
Sen eskiden beri güneşmişsin benim için, sana yazdığım eski bir yazıda sana "Güneş" diye hitap ettiğimi gördüm bugün.
Yeni bir şey değilmiş. Bana hala aynı hissettirdiğini bir kere daha fark ettim bugün.
Bunların hepsi çok güzel.
Sana yaklaşıyor olmak çok güzel.
Hiçbir şey umurumda değil, sen geliyorsun.
Senin için hep umut ettim, ediyorum ve ben sende sen bende olana dek umut edeceğim.
Seni nasıl unutabilirim ki çocuk sen hiç bitmiyorsun bende. Ah sen neler bilmiyorsun. Ah sen neler bileceksin.
Zamanımız yaklaşıyor ve bunu sen de biliyorsun!

14 Mayıs 2015 Perşembe

İfade edemiyorum.
Bir şeyler yazmam gerek ama bunu yapamıyorum.
Duygularımı bir şekilde akıtmam lazım.
Yoksa hayallerimde boğulacağım.
Kurduğum cümleleri bir daha kurmak istemiyorum, yeni şeyler yazmak istiyorum. Eskiler hakkında.
Ben de öyle çok güzel, çok saf şeyler hissediyorum. Onlar ifade etmişler. Onlar şarkılar, şiirler, kitaplar yazmışlar. Ben de onlar kadar hissediyorum. Okyanuslardan, gökyüzüne ve güneşe kadar, çok uzun hissediyorum.
Hep yoksunluğundan oluyor bunlar.
Keşke bir de olsan. Keşke bir de olsak.
Keşke bir an olmasan, keşke biraz olmasan.
Hep vardın ama hep yoktun.
Zamanı gelecek. Zaman lehimize ilerliyor, her saniyemde sen varsın.
Usulca bana doğru yürüyorsun, sana doğru yürüyorum. Bazen yollarımız kesişiyor, aynı yöne yürüyoruz. Bazen ayrılıyor. Nereye yürürsek etrafımıza bakıyoruz, yeni şeyler keşfediyoruz, öğreniyoruz ve gelişiyoruz kendimiz hakkında, çevremiz hakkında, hayat hakkında.
Bir gün sana öğrendiklerimi öğreteceğim, bir gün bana öğrendiklerini öğreteceksin.
Seni keşfe çıkacağım, sende yürüyeceğim.
Beni keşfe çıkacaksın ve bende yürüyeceksin.
Seni sahip olduğun ve olmadığın her şeyle seviyorum.
Sadece o sarı ve yeşil için değil, o kalıpların için değil,
Gülüşün için, konuşman için, söylediklerin için, bakışın için, hareketlerin için, enerjin için, sevecenliğin için, güneşin için, o deli ruhun için.
Sen de bileceksin.
Bileceksin.
Zamanı geldiğinde.
"I always hold a place in my heart"
Yürüsek mi koşsak mı?
En azından durmuyoruz.

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Bir arı ölmüştü ve ona yaptığı ve yapmadığı her şey için teşekkür ettim.
Onun için üzüldüm.
Ölen arılar için üzülün çocuklar.
Beklenmedik bir anda çok duygusal anlar yaşadım minik cansızlığını görünce.
Hoşçakal arıcık.

"Sein" Franz Kafka'nınki

En çaresiz anlarımda çoğaltıyorsun kendini.
Bunu nasıl yapıyorsun bilmiyorum.
Ben seninleyken "ben" oluyorum nasıl sensizken o kadar "ben" olmuyorsam.
Ya da seninleyken bamabaşka biri oluyorum nasıl sensizken seninleyken olduğum kişinin tam tersi oluyorsam. Yine bambaşka biri. 
Seninle ben olmak istiyorum, sensiz "ben"e alışamadım pek.
Alışılacak gibi değil.
Seninleyken ben oluyorum, kendim oluyorum, çocukluğumdaki saf neşeyle doluyorum
Hala bilmiyorsun ama umurumda olmuyor, çünkü sen yanımda var oluyorsun.
Senin olduğumda nasıl olurum bir düşün.
Biliyorum, senin içinde de bu düşünce var. Benimle olmak. Düşüncesi var, en azından sana o kadar uzak değil, düşüncelerinde olan, düşünebileceğin, aklına gelen bir şey. Bunu bilmek bile çok güzel.
Fotoğraflarımıza sen de bak. Cebinden çıkar bir anda sen de gör. Düşüncelerini orada tut.
Ne kadar aydınlattıysan yanımdayken, yüzümde o kadar karanlık oluyor olmadığında. 
Orada var olman, 
Orada var olmam,
Seninle olmak,
Benimle olman,
Senin olmam, 
Benim olman,
Olman 
Olmak
Olmam
Seninleyken dünya ne kadar aydınlıksa,
Sensiz kaldığımda da dünya o kadar karanlık oluyor.
Belki sana bunlar çok abartılı cümleler gibi gelecektir.
Karanlıktan kastım her yerin kasvetli oluşu değil, sadece onunlayken o kadar aydınlık, o kadar neşeli ve o kadar renkli ki dünya, onsuz kaldığımda yoksunluğunu çekiyorum.
Ve bunu engelleyemiyorum, ne zaman engellemeye çalışsam yine gelip kendini hatırlatıyorsun, yine gelip gökyüzüme doğuyorsun. Ve bana hiçbir zaman unutmayacağım anılar veriyorsun.
"Yine mi sen bayram günü gibi gelen"
Kendine olduğundan da fazla anlam yüklüyorsun. Geliyorsun ve bende daha da çoğalıyorsun.
O konser gününde seninle dinleyeceğimi hayal ediyordum o şarkıyı. Vereceğim tepkileri ve hissedeceğim duyguları önceden kestiremiyordum. Şarkıda diyor ki "Ama sen hiç yoktun". O şarkıyı seninle dinyemedik, sen geç kaldın ve ben de bir ağacın yanında (gölgede) tek başıma dinledim. Şarkı bitti, sen yine yoktun, o zaman da yoktun.
Sonra geldin ve her şeyi unuttum. Yine kahkalarım seninle doldu. Sen bilmeden ben yine sen doldum. Yine her duyumda sen var oldun.
Hiç doğmayacak mısın be adam?
Bilmiyorsun da hala. Hissetmiyor musun? İnsaf artık.
Biliyorum, o zamanlar da biliyormuşum, seni bu sessizlikte hissedebilmenin mutlak yolu senin için üzüntü duymak. Bunu kendime neden yapıyorum? Evet evet güzel adam, biliyorum, çünkü böyle yapmak istiyorum. Çünkü seni hissetmek istiyorum. Ve seni en derinde hissetmenin şu andaki tek yolu bu.
Bu kadar dramatik olmak zorunda mı? Belki de böyle daha güzeldir. Bilemiyorum.
Gidemiyorum da.
Kıpırdayamıyorum da.
Dünyam şu anda nasıl bilmiyorum, gökyüzü kapalı ama, ondan eminiz.
Var olduğun ve olmadığın her şeyle gelmeni istiyorum.
Hep olmayacaksa biraz bile olmasın dedim onlara. Doğruydu da. Hala doğru da. Birazdan neyi kastettiğimi burada yazmak istemiyorum.
Deli miyim?
Cümlelerim yine sonlarına geliyorlar, sona gelmek istemiyorum sürekli yazmak istiyorum.
Seni yazmak istiyorum.
Nasıl da her düşüncemde nefes aldığını, varlığının her yeri nasıl doldurduğunu söylemek istiyorum.
Sürekli.
Sürekli seni bilmek istiyorum.
İstiyorum da istiyorum, korkuyorum da.
Neyse. Biraz Aruoba'ya sığındıktan sonra geleceğim.

11 Mayıs 2015 Pazartesi

Bahar mevsiminde üzgün hissetmek gibi.
Onu sevmek tam da böyle.
Neden diye sormayacağım 
Çünkü vereceğin cevabı biliyorum
Bu kadar olduğunu tahmin etmiyorsun değil mi? 
Tahmin etmiyorsun tabii ki.
Benim güzel çocuğum
Varlığıyla ışık saçan 
Bana bunları hissettirdiğini bilmiyorsun 
O kadar uzun zamandır bendesin ki
Yine bilmiyorsun işte.
Bana doğacak mısın güneş
Yazamıyorum. Gökyüzü kapalı.
Evet gel gitlerim var
Bak senin için umut etmeyeceğim demişim
Yalan
10 gelsen 4 gidiyorsun ancak
6'sını bastırıyoruz
Şimdi bastıramıyorum
Bugün 27 geldin sen bana
Gündüzden geceye
Gitmiyorsun
Bugün seni görünce yine dünyam aydınlandı
Neden yıllardır süren bu köz?
Bir yanıp bir sönen
Hala bilmiyorsun çocuk
Bilecek misin bilmiyorum ama umurumda değil
Umurumda değil
Hayallerimden neler geçiyor. Gitmiyormuşsun.
Evet galiba söylenmemesi gerekeni söyleyeceğim
Ben galiba onu seviyorum
Onu çok seviyorum
Sahip olduklarıyla ve olmadıklarıyla seviyorum onu
Sahip olduğun ve olmadığın her şeyle seviyorum seni
Ben ne yapacağım?
Neden böyle hissediyorum diye sorsam "Çünkü böyle hissetmek istiyorsun Sena" der bana.
Ama bilmiyor ki.
Çocuk bilmiyorsun ki.
Bir gün doğacak mısın?
Hiç doğmayacak mısın?
Başkaları varmış yokmuş umurumda değil, ben sadece seni istiyorum.
Ne bir serçe ne bir karga
Ne de diğer geleceklerim.
Ben seni istiyorum. Seni.
Seni.
Seni seviyorum
Şimdi uyku vakti
İyi geceler

9 Mayıs 2015 Cumartesi

"Burada aşkı nasıl tanımladığıma bakmak lazım. Hiçbir zaman ani bir çarpılma değil aşk, kök salan bir duygu. Eğer kök salacak yerin yoksa, yani karşındaki kişi yoksa, var olup da orada yoksa o zaman o aşk olmuyor işte. "

6 Mayıs 2015 Çarşamba

5 Mayıs 2015 Salı

Uzun zamandır bu kadar karamsar bir yazı yazmamıştım.
Ne hissettiğimi bilmiyorum.
Daha teşrif etmediler.
Ah benim saf kızım.
Nasıl da hemen inanıveriyorsun.
Nasıl da düşüveriyorsun öyle hemen.
Bu kadar mı kırılgandı senin o kaskatı sandığın hislerin? İki lafla yerle bir mi olacaklardı?

Senin sandığının aksine,
Söylediler ve yıktılar.
Enkazların altında kaldın, güneş oraya doğar mı hiç?
Güneşlerini görmek için uyanacaksın ama etraf zifiri karanlık. It is pitch dark.
Uyandığının farkında bile olmayacaksın.
Neye umut edeceksin şimdi?
Okyanusları hatırlıyor musun?
Daha niceleri demiştik hani,
Daha nice renk demiştik.
Senin gökyüzün karanlık şimdilerde,
Hiç doğmayacağım bile demiyor üstelik.
Doğmasını istediğin güneş hiç gelmeyecek, bunu biliyor muydun?

Senin için hep umut ettim,
Artık bundan sonra etmeyeceğim.
Biliyorum, hiç doğmayacaksın.

Güneşin sıcaklığı tüm vücudumu ısıtacaktı hani.
Yüzümü ona dönüp güvenle beni sarmasını bekleyecektim. Geleceğini bilmenin güveniyle umut edecektim.
Senin için bunca sene umut ettim,
Artık etmeyeceğim.
Senin rengin hala altın sarısı.
Hayalyıkıntılarımı da katsınlar enkaza. Ne fark eder?
Nasılsa doğmadıktan sonra hayalyıkıntılarının bir önemi yok.
Nasılsa her yer karanlık.

En azından sessizliğin bir anlamı var artık.
Gri ise siyaha dönüştü.
Zifiri bir sessizlik.

3 Mayıs 2015 Pazar

2011 senesinde şimdiki hislerime bir neden veren güzel bir söz yazmışım.
Neden bu hissi inatla taşıdığımı aslında o zamanlar anlamışım ama şimdilerde unutmuşum.

"Bana kimsenin 'Kendini üzme' demesini istemiyorum,
Çünkü onu hissetmek istiyorum
Ve onu hissetmenin tek yolu bu üzüntüyü yaşamak."


Onu hala hissetmek istiyorum.
Şu anda onu hissedebilmenin tek yolu onun hayalini kurmak ve onun için üzülmek.
Neden böyle hissediyorum diye soruyorum ya hep, işte bu yüzden.
Aslında bu çıkmaz his kendi başına bir neden değil, onu istemenin beraberinde getirdiği bir sonuç.
Ona sahip olmadan, onu şu anda olabilecek en derin biçimde hissetmenin tek yolu onun için acı çekmek.
Acıyı bütün iliklerimde hissetmek, onun acısını bütün iliklerimde hissetmek.
Korkaklıkla onu hissetmek mi istiyorsun, işte sana bir çözüm yolu.
Ya katlanacaksın ya da cesur olacaksın.

1 Mayıs 2015 Cuma

2 hafta sonra 1 ay geçmiş olacak.
Bense hala kendi kendime konuşuyorum.
Ne yapacağım?
Sen huzuru bulmaya çalışırken ve biraz da olsa bulurken.
Ben ise huzurdan kaçarken çünkü sensiz onu bulamayacağımı bilirken.
Ne yapacağım? 
Bu kadar uzak olan bu kadar yakın olmamalı.
Bu kadar yakın olan bu kadar uzak olmamalı.
Bileceksin.
Doğacaksın.
Güneş ve gökyüzü.